Zaman devrini sürdürüyor. “Asra yemin olsun ki insanlar gerçekten ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.” ayeti kerimesindeki zıt kutupların hangi tarafında isek ona göre yaşıyor, ona göre de gidiyoruz bu dünyadan.
“Salih” kullardan olduğuna asrın şahadet ettiği insanlar vardır, misal Üstad Necip Fazıl… Onlar sadece yaşadıkları zamana ve mekâna değil, çok daha geniş zamanlara tesir ederler, fikirleriyle eserleriyle…
Üstad Necip Fazıl mâlum olduğu üzere eserleriyle dünya görüşünü ortaya koymuş, bu dünya görüşünün tesisini ise zamanın şartları olgunlaşmadığı için gelecek nesillere bırakmış. Hal böyle olunca üzerimizde bir vazife yükü taşımaktayız. Nasıl ki bir şeyi iddia ediyorsanız onu ispatla da mükellefsinizdir. O halde kitaplardaki fikirleri, iş ve esere dönüştürmek, dönüştürülenleri sürdürmek, sürdürülenlerin verimini arttırmak durumundayız. Hiçbir şekilde mazeretimiz olmaksızın.
Necip Fazıl’ın “Rapor”larını bu sebeple güncelleyerek dünden bugüne, bugünden yarına meselelerimizi diri tutmak adına ne ve neler yapılabilir üzerine bir raporlama:
Aydın- yazar- düşünür
Önce söz vardı. “Ol” buyurdu Allah ve kâinat oldu, âlemler yaratıldı. Söz esere icra etti. Onun öncesinde oldurmak fikri vardı ki lisan olarak ifade buldu. Söz fikrin temelleri üzerinde inşası tamamlanan bir yapı olarak tecelli etti. Söz lisanda kalmayıp binayı meydana getirdi. Binanın bütün yapı unsurları belli bir nizam içersinde bir araya gelerek şekil aldı. Söz kalıba döküldü de denebilir. Düşünce ifşa olundu böylece. Öncelikle sözün uçup gitmemesi için kayıta ihtiyaç duyuldu. Hafızaya kaydedildi önce, sonra kalem yazdı, sayfalar doldu, kitap tamamlandı. Bir kitaptan sayısız kitaplar neşredildi. Kimi anladı, kimi anlamadı, bazısı biraz anladı, bazıları yanlış anladı. Her şeyden önce anlamaya çalışmak için mektepler kuruldu. Hocalar talebeler yetiştirdi, talebeler ilim talim ettiler. Bazen de ilim kifayet etmedi, gönül girdi devreye. Dille ikrar olunan kalple tasdik edildi.
İddiamız ispatla gerçeklik kazanacağına göre, önce iddianın mahiyeti ortaya konulacak. Neyi iddia ediyoruz? Eşya ve hadiselere tesir etmeyi. Nasıl sorusunun cevapları ise iddianın ispatı olacaktır.
İddiamız çerçevesinde “zaman bendedir ve mekân bana emanettir şuuru” bir zaruret. Bu âlemde her şey insan için yaratıldı çünkü insan şuurlu bir varlık; düşünen konuşan, düşünerek konuşan… Hiçbir şey insandan bağımsız değil, her ne kadar insan zaman ve mekân tarafından kuşatılmış olsa da… Yani tesir olunan olduğu kadar aynı zamanda müessir. Başıyla sonunu birleştirirsek düşünce, tesisi sağlayacak olan unsur. Öyleyse neyi iddia ettiğin yani fikirlerin ilk domino taşı. Taşlar art arda mevzu üzerinde sıralanacak, birbirinin itici gücü olacak. Tabii ki fikirlerin harekete dönüşmesi gerekecek, şartlar sağlandığında küçük bir dokunuş dahi kâfi gelebilecek yeni bir düzen için. Tek bir taş dahi atlanmadan herkes kendinin taşıdığı vazifeyi yerine getirerek… Taşı gediğine koyacak.
Hâsılı bir eseri meydana getirmek, bir yapıyı inşa etmek fikrini ortaya koymadan hiçbir şey gerçekleşemez. Öncelikle “ol” fikri şart. Bu fikri ortaya atacak, alakalarını belirleyecek, sonuçlarını kestirebilecek anlayıştaki kimseler ise tabii ki bilirkişi – aydının kadrosunu oluşturuyor. Bu kadronun donanımı ve kapasitesi yol haritasındaki işaret taşlarını da ortaya koyabilecek bir mahiyet belirtmesi gerekiyor elbet.
“Ol”duran fikrin oluşmasındaki ilk amil ise “oku”mak. Tabii ki yaradan Allah’ın adıyla okumak, yani nisbet ederek, alakalandırarak. Muhasebe ederek, muhakeme kurarak. Yine tüm bunlar okumanın şubelerinden. Okumak kadar okuyanlardan dinlemek de mühim, onların sohbet halkalarında bulunmak… Bir şekilde kendini yetiştirmek, eğer bir de yazabiliyorsan ne âlâ. Yani sen nasıl ki başkalarının yazdıklarından beslenebiliyorsan başkaları da aynı şekilde… Söz uçar, yazı kalır. Böylece fikir planında başta tutulacak olan oku – yaz, yaz – oku, dinle – anlat, anlat – dinle ve mutlaka bunları paylaş. Bir çuvalda buğday var ve ağzı sımsıkı kapalıyken diğer tarafta insanlar aç ve ekmeğe muhtaçsa o buğdayın ekmeğe dönüşmesi şart. Çuvalın ağzı açılır önce ve devam eden aşamalarda ortaya ekmek konur. İlmin zekâtı öğretmek ise bilen bilgisini paylaşacak, yazarak ya da anlatarak hatta bazen de göstererek, işe dönüşmüş haliyle.
Rapor, Okuyan, yazan, düşünen, muhakeme eden eski adı münevver yeni adı aydın, ejnebi adı ise “entelektüel”in her türlü cemiyet planında ciddi vazifeleri olduğunu ve raporun hayata tatbikinde bu vazifeye üstleneceklere memuriyetini ihtar ediyor. Bu ihtara muhatap olanlar beri gelsin.
Demokrasi- partiler
Türkiye demokratik bir cumhuriyet. Demokrasiyle yönetilen bir devlet, halkın çoğunluğunun belirlediği hükümetlerin halkı yönetmesi şeklinde halkın yönetimde söz sahibi olması demek. Teorik olarak bu böyle. Pratikte, uygulamada demokrasi ne kadar demokratik bir sistem, sorgulanır. Mesela parlamenter sistemde milletvekillerini güya halk seçer, oysa pratikte partiler bu milletvekillerini seçer. Bize sadece seçilmişleri seçip seçmeme hakkı tanınır, Yani aslında partilerin tercihi halkın tercihinin üstündedir. Farklı farklı teorik ve pratik alanda demokrasi çoğu zaman tercih edilen değil dayatılan bir sistem. Bu da demokrasinin anti demokratlığı. Gel gör ki demokrasi sistemi pratikte tam olarak işlese dahi bizim için halkın hâkimiyeti esas olamaz. Halkın her istediğine, her türlü seçimine “ne yapalım halk böyle istiyor, demokrasi bunu gerektiriyor” demek gibi bir demokratik lüksümüz olamaz. Mutlak fikrin eşya ve hadiseler üzerine tatbikinin sistemi aslolandır. Bunun künyesi, yanı etiketi çok da önemli değil. O yüzden Üstad Necip Fazıl, İslamda idare şekli yoktur, idare ruhu vardır, der.
Realite üzerinde durmak ve ona göre de pozisyon almak durumundayız. Bu realite demokratik bir sistemin devletin yönetim şekli oluşu. Bu benim tercihim değil diye geri çekilip olanı biteni seyredecek değiliz elbet. Yönetim içinde her türlü pozisyonda yer alarak yarın hasadını toplayacağım tarlanın bugün sürümünü yapıp tohumunu atacağım. Olması gereken bu. Rapordan çıkardığımız mana da bu, üstadın partilere el atması da yine bu sebeplerden.
Üstad, CHP’yi parti değil, milletin ruh köküne kıyan bir yapı olarak görür ya da bu işin partisi… CHP’nin yakınında bile yer almak şöyle dursun, her zaman karşısında olmuştur. Bu oluş salt antitez sunmak olarak değil, her zaman, her konuda öncelikli olarak tez ileri sürerek ortaya koymuştur. Biz her zaman tez sunan taraf olmalıyız, antitez her zaman bir savunmadır, savunma acziyetin dışa vurumudur bir ölçüde. Müslüman taarruz eden olmalıdır, her türlü menfiliğe.
CHP’yi baş nefret kutbumuzun partisi olarak belirledikten sonra diğer partilerle ilgili tecrübelerini, tespitlerini rapor eder Üstad.
Milli Selamet Partisi’nden daha asil bir duruş bekler. Bu duruşu sergileyemeyecekse koalisyonda değil, asliyetini muhafaza ederek tek başına iktidar olacağı gün için muhalefette kalmasını bekler. Fakat MSP bekleyemez, koalisyon ortağı sıfatıyla olsa da iktidarı tercih eder. Eder etmesine de iktidar olamaz tabii. Mesela “CHP kargasının fiyat zamlarını bülbül gibi bizzat kendisi okur. Ben bu anlayışta değilim, kendin oku veya kendi bakanlarından birine okut, diyemez.” Kısacası CHP’ye tabii olur, bir nevi mahkûm da denilebilir, iktidar değil.
Diğer partilerin durumu ise (Demokrat partinin ve akabinde Adalet Partisi) Üstad’ın fikirleri bu partilere birkaç beden büyük geldiği için istenilen verim sağlanamadı. Yine de çok sayıda vatan evladına reçete verdi Üstad bu vesilelerle ve onlardan partici değil, davası olanlar diğerlerinden ayrılarak Büyük Doğu’nun kadrosuna dahil oldu. Olmayanlar bile nasibini aldı yine de. Hiçbir çaba boşa gitmez, samimiyetle harcanmış olsun yeter ki.
Müdahalecilik – taarruz
Fikir sadece fikir olarak kalırsa yani pratikte müdahale hakkı kullanmazsa, aksiyona dönüşmezse ha var ha yok. Ben varım, müdahaleciliğin merkezi. Başkasından beklersek çok bekleriz çünkü diğerleri de bizim gibi başkalarından bekliyor olabilir. Öylece bekleşir dururuz yıllar boyu. Biz beklerken ise atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş olur tabii.
Bir kötü karşısındaki tavrımız, elle, dille ona engel olmak, buna güç yetiremediğimizde ise buğz etmek, nefret etmek… İlimde, sanatta, ekonomide siyasette, cemiyet sahasında her şeyde dünya görüşünün gerektirdiği tavrı sergilemek… Hâkim tavırla müdahaleci, yani etkisiz eleman değil bizzat oyun kurucu olarak. Müslümana hiçbir sahada pısırıklık yakışmaz.
Gerekiyorsa “zorla ve cerrahi müdahaleyle”…Zorla fakat “kanun” yoluyla der Üstad, tercihini ortaya koyar. Adam olmayana sen adam değilsin deyip, çekip gitmek değil, direncini kırarak “zorla” adam etmek. Hastaya zorla ilaç içirmek gibi. Zorla çünkü kurtulmak için ilaç hatta cerrahi müdahale şartsa bu hastanın tercihine bırakılmaz. Bırakılsa da sonuç istenileni sağlamaz.
Eğitimde öğretmen müdahalecidir, talebesinin tercihine bırakmaz. Müfredat, plan program ne ise onu uygular. Öğrencinin bu dersi değil şu dersi almak istiyorum diye bir lüksü yoktur. Kafasına göre davranamaz. Diyelim ki böyle bir disiplinsizlik işledi ne olur? Cezalandırılır, yani bir anlamda zorla da olsa disipline edilir. Buna cerrahi müdahale der Üstad. Bir cerrah dikkatinde ve titizliğinde hayat kurtarmak için.
Üstad işte bu sebeplerden dolayı bizzat kendisi fikirlerinin tatbikçisi olmuş, müdahaleciliği kitaplarda ve soyut olarak kalmayıp tüm bunları cemiyete, nizama aksettirmiş. Büyük Doğu Cemiyeti’ni kurarak da teşkilat planında bunu gerçekleştirmiş aynı zamanda.
Görme hadisesi için cisim, ışık, göz gerekiyorsa, bizim davamızda da ideal, hareket, insan şart. İnsan idealini iş ve eser olarak tatbik edecek, müdahaleci olacak yani. Diğer türlü içinde en yüksek ideali barındıran kim olursa olsun bunu tatbik fikrini de barındırmadığı sürece ideal dediğin şey hayal, idealist ise hayalperest olacaktır. Ne diyoruz? Mutlak fikrin tatbiki sistemi, dünya görüşümüzün ve teklif ettiğimiz nizamın mihenk noktası. Bunun için müdahaleye namzet olanlar beri gelsin.
Genç olmak- genç kalmak
Kaybetmeden önce değerini bilmemiz gereken şeylerden biri gençlik. Resul sözünde de bu ihtar ifadesini buluyor. Gençlik denilince ilk akla gelen yaş. Belli yaş aralığındaki insanlar için genç ifadesi kullanılır haliyle. Aslında ruhu pörsümeyen, donmayan, solmayan her insan gençtir.Tabii ki hem adele hem ruh gençliğine sahip olabilmekle beraber Allah’ın verdiği nimeti iyi, doğru ve güzel yolunda sarf edebilmek en âlâsı.
Genellersek: Gençken evleniyorsunuz, çocuk gençlik yıllarının eseri. İş, sanat, meslek gençlik yıllarında en verimli. Eğitim ve öğretim çocukluk ve gençlik döneminde daha kavi. Askere gençken alınıyorsunuz. Ordular daha çok gençlerden oluşuyor. Komutanlar daha ileri yaşlarda oluyorsa da ordunun büyük çoğunlu gençlerden oluşur. Dinçlik dinamizmdir. Gençliği doğru kanalize etmek şart. Bu da bilgi birikim sahibi, tecrübeli yetişkinlerin sevk ve idaresiyle yönlendirilmek istenilen alanın sevdirilmesiyle kazanıma dönüşerek verimlenebilir.
Aslında insan ömrünün bütün safhalarını önemsiyoruz ve hak yolunda harcamak istiyoruz, bu net. Yine de bildik manada gençliği ciddi manada önemsiyoruz. Gelecek nesiller bu gençlerden oluşacak, bir sonraki nesil, bir sonraki nesil… Devran böyle sürecek. Hep yeni nesiller yoğurmanın derdinde olarak… Hareket kabiliyeti tabii olarak gençlerde daha çok. İbadetlerden tutun da cemiyetteki her türlü oluşuma kadar… Aksiyon planında da bu böyle. O yüzden gençlik çok önemli. Kıymeti bilinmeli, kıymet olarak yaşanmalı bu dönem.
Her alanda eğitimin en verimli zamanı çocukluk ve gençlik. Bu zamanlardaki eğitim ve öğretimin taşa kazınmış yazı gibi sağlam ve kalıcı olur. O yüzden çocukların ve gençlerin eğitiminden kültürüne, bilgisinden becerisine, ahlakından maneviyatına, fenninden teknolojisine ne kadar yatırım yapılırsa o kadar semeresi görülecektir.
Gençlerin her zaman bilginin ışığında, tecrübenin rehberliğinde yükü sırtlanan, bayrağı taşıyan ve çağın imkânlarını kullanıp değerlendirerek dava taşını gediğine koyan kesim olması tabii ki tesadüfî olmayacaktır. Çünkü gençlik bir madendir, bu madeni çeşitli fayda alanlarında değerlendirecek olanlar da bilgi, birikim ve tecrübesiyle koordineli bir şekilde bir madenci titizliği ve dikkatiyle onlara ulaşacak olanlardır. Ulaşmaktan öte koordineli bir şekilde birlikte yol alacaklardır.
Durgun su pislik tutar, koku yayar, anda kalır, ileriye gidemez. Akan su ise daha çok hayat barındırır, geleceği taşır. Özellikle günümüzde teknoloji çağında gençlerin bu alandaki aktiviteleri, becerileri hiç de yabana atılacak gibi değil. Devir bilgisayar devri, birçok alanda bu böyle. Bazen bir nimet bazen bir felaket olsa da… Su nimettir, yüzme bilmiyorsan suya düşüp boğulmak ise felaket. Gençlerimize boğulup kaybolmamaları için gerekli donanımla hazırlamak zorundayız. Dün biz gençtik, bugün onlar, sonra diğerleri. Bayrak yarışı sürecek hedefe doğru… Bu yarışta yerini alanlar beri gelsin.
Ahlak ve yine ahlak
Her yerde her zaman, en hususi hallerden en umumi durumlara kadar ahlak… Çünkü ahlak her şeydir. Onun olmadığı yerde iyi, doğru, güzelden söz edilemez. Devletin en tepesinden dağdaki çobana, fabrikadaki işçiye, tarladaki çiftçiye kadar ahlak… Ahlak maalesef ki sadece namus olarak telakki ediliyor kısır manada. Tabii ki ahlak namustur fakat sadece bildik manada değil. Hukukta ahlak adaleti gerektirir, ekonomide ahlak hakça kazanmayı ve sarf etmeyi, eğitimde ahlak bilmenin, öğretmek ve öğrenmenin sorumluluklarını, siyasette ahlak ise dürüst, adil yönetim ve liyakati gerektirir. Ailede ahlak karı koca ve çocukların vazife, sorumluluk ve hakları demektir, hepsinden öte sevgi, saygı, fedakârlık, güven vermek ve güven duymaktır. Dinde, her türlü ibadette ahlak, aksi takdirde makineleşmiş ibadetlerle din mekanik bir din oluverir. Savaşta bile ahlak… Savunmasız sivil insanlara silah çekmemek gibi… İşçinin ahlakı, işverenin ahlakı, sanatkârın ahlakı, bilim ve teknolojinin ahlakı ve toplamında cemiyetin ahlakı. Başında ve sonunda ahlak hadlere riayettir, edeptir, erkândır, usuldür…
Ahlak çok geniş manadan ve alandan, dar ve kişisel alana sıkıştırıldığında çoğu zaman kadına ait zorunlulukmuş gibi algılanıp erkeğin ahlaksızlıklarına göz yumma gibi ahlaksız bir durum da söz konusu olabiliyor. Bazı hadsizlikleri erkek yaparsa erkekliğin şanından, kadın yaparsa kadının rezilliğinden dem vurulur. Ahlakta kadın erkek ayrımı olamaz. Herkes öncelikle kendi ahlakından sorumludur ki bu da nihai olarak toplumun ahlakını oluşturur. Ahlak meselelerimizden hayati önem taşıyan bir hususiyete sahip. Bu sebeple dünyamız ve ahretimiz için ahlakı meydan yerine billurdan kusursuz bir baş yapıt olarak dikecek ve herkese özendirecek fikir… Bu fikrin mensupları beri gelsin.
Fikirde ahlak, fikir namusuna gelince:
Her şeyden evvel fikir tatbik içindir, mevzu mücerret fikir olsa dahi nihai olarak insana, insanlığa fayda sağlayacak bir ya da birçok alanla bağlantısız değildir. Aksi halde havanda su dövmek gibi boş felsefik bazı ekoller nevine girer. Fikrin eşya ve hadiseler üzerine tatbiki, fikrin ahlakını pıhtılaştırır. Fikriniz ne ise ahlakınız da odur. Eğer fikrinize nispeten ahlak daha düşük bir profil seyri gösteriyorsa demek ki o fikir sizde muhatabını bulamamış demektir.
Müslümanın ahlakı güzel ahlak üzeri olmalı. Eğer ahlakını güzelleştirememişse demek ki Müslümanlığında bir problem var. Burada mesul din değil, kişinin kendisidir. Ahlak bizde Kuran ahlakını kuşanmış olan peygamberin örnekleştirdiği ahlaktır. Bize düşen de bu ahlakı kendimizde temin etmek cemiyetimizde ise tesis etmektir. Buna memur ve mecbur olanlar beri gelsin.
Biz fikirlerimizi sistemleştirmeye talibiz, bu yüzden mutlak fikre nisbetle günün şartları ve imkânları çerçevesinde Büyük Doğu İbda fikriyatı üzerinden tekrar tekrar okuma yaparak hayata tatbik yollarını aramak, bulmak ve uygulamak durumundayız. Statik değil, dinamik bir yapı her zaman ve her mekânda kendine yer açar. Çabamız, gayemize erişmek için gerekeni gerektiği yerde yapmak. Raporlar ve bütün eserleri gün ve gün güncelleyerek bunu gerçekleştirmek vazifemiz. Raporlardan belli başlıklar üzerinde durarak yaptığımız noktalamalar da bu veçheden.
(Bu çalışma Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Rapor 1 ve 2 için kaleme alınmıştır.)
Ekim 2021
Fatma Parmaksız