Kapitalizm çağında her sahaya hâkim olan gösterişçilik, savurganlık, kişisel gelişimcilerin empoze ettiği “Ben her şeyi başarırım.” ve hırçınlık duygusu sosyal hayatı ve mimari yapıları kökten değiştirdi. İstekler ihtiyaçların yerini aldı ve israf giderek artmaya başladı. Doğal kaynaklar pervasızca kullanılıp tahrip edilmeye başlandı. Bunun sonucu olarak çevre kirliliği, günümüz belediyeciliğin temel problemini teşkil etmektedir.
Asketizmi ve “az yeterlidir” mottosunu Batı mimarlığı açısından değerlendireceğim çünkü modern mimarinin temelleri Batı’da atılmıştır ve gelişmiştir. Başka bir yazımda ise İslam tasavvufu açısından “az çoktur”u değerlendirip meselenin zühd ve takva ile ilişkisini izah etmeye çalışacağım.
Bu konu hakkında Batı’da Pier Aureli tarafından yazılan “Az Yeterlidir” eseri birçok meseleye ışık tutmaktadır.
Şair Browning “Andrea del Sarto” isimli şiirinde ilk defa “az çoktur” tabirini kullanmıştır. Bu ifadeyi mimari motto olarak Alman mimar Mies Van der Rohe ifade etmiştir. Rohe’ye göre biçimsel olarak güzellik, zaruri olmayan yapı elemanlarının kullanılmamasıdır. Böylece estetik ve ekonomik açıdan mevcut kaynaklardan tasarruf edilebilecekti. Az ve sade olan daha güzeldir ilkesi pek çok ülke tarafından benimsendi ve teknik olarak kimsenin karşı çıkamayacağı bir tasarım ifadesiydi. Fakat her tasarım ve güzellik anlayışı arkasında ideolojik unsurları barındırır ve tekniğin gelişmesini sağlar.
Kapitalizme tepki olarak doğup – doğmadığı belli olmayan bu anlayış, genel hatlarıyla kapitalizmin esasını teşkil eder. Çünkü kapitalizm her zaman, az ile çoğu kazanmayı hedefler. Az sermaye ile çok sermaye kazanma, az çalışanla çok daha iyi işler yapmak ister. Bu yüzdendir ki Batı’da akıllı olmak, teknik olarak fark oluşturmaktır. Sosyal bilimler ve ruha bağlı anlayışlar ikinci plandadır ve ezoterik kavramlar bu açığı kapatmak için yönlendirici ve yöneticiler tarafından belli dönemlerde sıkça kullanılır.
Asketizm genel tanımı itibariyle manevi hayat için dünya zevklerinden vazgeçmek, çilecilik veya kişiyi sınırlamak için değil de dönüştürmek için kullanılan metod veya disiplin anlamına gelir. Max Weber “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” eserinde asketizmi dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki kısma ayırır. Dünyevi asketizmde dünyanın zevklerinden keşişler gibi vazgeçildiğini ifade eder, uhrevi asketizmde ise seküler bir anlayış hakimdir ve kendini tamamen yaptığı işe odaklar ve bunun için zevklerinden vazgeçer. Kapitalizm, uhrevi asketizmden beslenir. Başka bir ifadeyle kapitalizmin ruhudur.
Asketizm fertleri bireyselleştirir ve mimarlık alanında insana hükmetmeyi hedefler. Bundan dolayı az çoktur anlayışını benimseyen asketikler insana yaşaması için minimal düzeyde tasarım gerçekleştirmez, ona hükmetmek için gerçekleştirir.
Asketizm bir keşişlik geleneği olarak doğmuş ve yapı olarak manastır modelleri üzerinden tasarımlar gerçekleştirmiştir. Kiliseler kurumsallaşmaya başlayınca Hıristiyanların gözünden itibar kaybetmeye başladı ve keşişler ferdi olarak asketik inzivaya çekildiler. Sosyal hayatın ve kuralların dışında yaşamaya başladılar. Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü’nde keşişlerin bu durumunu Hıristiyan ahlakı için yapmadığını, içten içe bir güç arzusu için yaptıklarını ifade ederek asketizmin temel eleştirisini ortaya koymuştur.
Keşişlik, toplumdan uzak yalnız yaşamaktan, yine toplumdan uzak keşişler topluluğuna ve son olarak da keşişlerin aynı ortamda bulunup manastır kurallarının hâkim olduğu biçime evrildi. Birlikte yaşayan keşişler, bir kilisenin etrafında mesken tutmaya başlamışlardı. Yani birlikte ama ayrı yaşıyorlardı.
Modern mimarlığın bir ifadesi olan “birlikte ama ayrı yaşamak” apartman fikrinin özünü teşkil eder. Apartmanların temelinde bilsek veya bilmesek de asketik öğretiler vardır. Modern mimarinin babası sayılan Le Corbusier’in “Işıyan Kent” düşüncesi manastır planı ve tasarımından esinlenerek geliştirilmişti. Hayatta kalacak bir yapı, az eşya, sosyal hayattan soyutlanma ve çok çalışma asketik öğretinin “az çoktur” formudur. Oysa İslam ahlakında bir Müslümanın sosyal hayattan soyutlanması yasaklanmıştır. Çünkü İslam sosyal hayatı tanzim eder. Sosyal hayattan uzaklaşan kişi birliği zedeler.
Manastır mimarlığı keşişlerin hayatlarını şartlandırır ve biçimsel işlevi en katı haliyle kendini gösterir. Manastır, keşişleri günlük hayatlarında yönlendirir. Birimler arası ulaşım içe dönük revaklarla sağlanmış olup keşişleri daima bir arada tutar. Sınırlar net bir şekilde çizilmiştir. Manastırın bu yönü fabrika, hastane, hapishane gibi kurumların teknik ve düşünce olarak öncüsü olmuştur. Çünkü akslar çok net çizilmiştir ve insanı tahakküm altında tutma gayreti içindedir.
Bu anlayışı Kıpti keşiş Pakhoumios başlatmış, Aziz Benedikt geliştirmiş ve Aziz Francis büyük reformlarla kurallar dahilinde denemiş ve bu sistem için günümüze dek fikir olarak böyle gelmiştir.
Kapitalizmin giderek hâkim olmasıyla beraber, asketizmin teori ve pratikteki anlamı da giderek değişmeye başladı. Asketizm artık mülkiyet ve daha çok çalışmayla ifade edilmeye başlanmıştı. Modern şehirlerin gelişimi de mülkiyet esasına dayanarak gelişti.
Le Corbusier, Domino evleri olarak bilinen basit betonarme iskeletten meydana gelen yapı asgari düzeyde ihtiyaçları karşılayacak ve alt sınıflara barınma imkanını vermiş olacaktı. İnşaat sanayisi savaş sonrası bu modele teşvik ettirildi ve en değersiz mülk bile işlenebilir olmuştu. Az insan, az yapı ve çok sermaye anlayışı hızla yayılmaya başladı.
- yy.’ın başında Walter Benjamin “kimlikten, sahiplikten ya da aidiyet hissinden yoksun bir mekân formundaki boşluk imkanını önermişti. Le Corbusier’in tasarladığı çıplak beton yapıları bu tür mimarlığın vücut bulması olarak tanımlar. Corbusier’nin çıplak mimarlığı Benjamin’e göre endüstriyelleşmiş yaşamın acımasızlığını en dürüst temsiliydi.” (PierAurelli, s.36)
Kimliksiz evler, sanayi toplumuna işine sadık robotik insanlar üretiyordu. Her gün tekrarlanan eylemler ve ruhsuz bir hayat. Adeta acı duyma melekelerinin insandan alınması gibi ve bu insan artık hiçbir şey hissedemez hale gelir.
Baudelaire, modern şehrin baskısından kaçarak robotik bir biçimde yaşamayı kabul etmez. Bu yüzden kişisel eşyalarını az tutup, sürekli yer değiştirmiştir. Apartman dairesinde yaşamayı istemeyip asketizmin ilk dönemleri gibi kendine yetecek odalarda yaşadı.
Minimal tasarımın amacı ahlaki tekamüle katkıda bulunmaktı fakat kapitalizm bu anlayışı da kendine göre şekillendirdi ve ortaya iki yüzlü, aldatıcı bir asketizm çıktı.
- yy’ın iki büyük mimarı Frank Wright ve Le Corbusier. Anlayış olarak tamamen zıtlar ve mimarlıkta Corbusier otorite kabul edilir. Oysa ki Wright, Corbusier’den daha şahsiyetli ve ahlâklıdır. Çünkü Corbusier evi, içinde yaşanılacak makine olarak tanımlayıp insandan daha çok, yaptığı projeye değer verir. Projesini hazırlar ve insanların bu projeye göre hareket etmesini ister. Merkezinde insan yoktur. Frank Wright ise insancıl ve tabiat ile iç içedir. Usonia evleri bunun ispatıdır. Tabiatla iç içe ve minimal ölçekte yapılar inşa etmiştir.
Batı mimarisi için az çoktur, anlayışı yağmalanacak şekilde aslından uzak bir şekilde kullandı.
HASAN HÜSEYİN AKDAĞ